6 Aralık 2018 Perşembe

İLK ALEVİ KİMDİR?

Bu muhteşem soru bana ait değildir. Aslında, ilk Yahudi'nin, ilk Hıristiyan'ın, ya da İlk Müslüman'ın kim olduğuna dair tartışmaları izlemiş olmama rağmen, “İlk Alevi Kimdir” sorusu, Nasreddin Eskiocak'ın bu başlığı taşıyan kitabıyla karşılaşmayana kadar aklıma gelmemişti. Kitap, Alevi yazarların inanç tarihlerini hangi dönem veya kişiyle başlattıklarına yönelik bir konuyla meşgulken dikkatimi çekti. Böylesi bir sorunun, ilk etapta sandığımdan daha karmaşık bir içeriğe sahip olduğu sonucuna varmam da çok uzun sürmedi. Yazarın kendisi de bunun farkında olacak ki, çalışmasının girişinde hedefinin bir isim vermenin ötesinde olduğunu belirtmektedir: “Şimdiye kadar hiç bir kimse Alevilik hakkında gerçeği yazmamıştır.” (s. 10) Beklenti ve iddia büyük olmasına rağmen, Eskioacak'ın cevap için 91 sayfadan daha fazlasına ihtiyacı yoktur.

 

    Bu ilginç soruyla bizi tanıştıran Nasreddin Eskiocak'ın kendisi de ayrı bir ilgiyi hak ediyor. O, Antakya (Hatay) bölgesinde kalabalık bir topluluk olan Nusayri inancına mensuptur. Geldiği aile, bu inanç topluluğu içinde dinsel bir konuma sahip. Daha çok Arap Alevileri olarak bilinen Nusayriler, Türkiye'de Alevi yazımı içinde fazla öne çıkmış bir grup değildir. Bu garip bir durumdur, çünkü her ne kadar Alevi kavramı altında bu ülkede farklı altgruplar bulunsa da, Nusayriler kesinlikle diğerlerinden daha önemsiz değildirler. Tam aksine, onlar Ali'ye bağlılık hissiyle kendilerini tanımlayan topluluklar içerisinde en eskilerdendirler.

    Nusayriler isimlerini 11. İmam el Askeri'nin (ö. 873) yakınında bulunmuş İbn Nusayri'den alırlar. İnancın yapısal bir hal alması 10. yüzyılda yaşamış el Hasibi (ö. 969) tarafından gerçekleştirilmiştir. Doktrinleri erken dönem Ghulat akımlarının belirgin izlerini taşır. Allah, soyut ve tarif edilmesi mümkün olmayan bir varlık olarak, kendisinden var ettiği kutsal üçlü aracılığıyla yaratılışı başlatmıştır. Mana, İsim ve Bab (Kapı) olarak adlandırılan bu üçlüyü, Hz. Ali, Hz. Muhammed ve Selman-i Farısi temsil etmektedir. İsmaililer'de iki ile ifade edilen yaratılış anlayışına Nusayriler Bab'ı katarak, aynı zamanda Selman-i Farısi ve onun silsilesi olarak kabul gören liderleri İbn Nusayri'yi anlamlaştırmışlardır. Nusayriler için Hz. Ali, tanrı-insan yaklaşımının vazgeçilmez ismidir. Yakın zamanda Yaron Friedman tarafından yazılmış The Nusayri-ʾAlawis: an introduction to the religion, history, and identity of the leading minority in Syria (Leiden: Brill, 2010) onların tarihi ve inançları hakkında oldukça bilgilendiricidir.

    Nusayri inancının prensipleri özellikle Anadolu'da sonraları ortaya çıkacak Alici gruplar açısından da çok önemli olmasına rağmen, şimdiye kadar ikisi arası varolabilecek tarihsel ilişkiler ve etkileşimler hakkında kapsamlı araştırmaların yapılmadığını belirtmem gerekiyor. Oysa Nusayriler, erken Şii-Ghulat dönemi ile sonradan Anadolu'da belirginleşecek Alici akımlar arasında hem coğrafik hem de inanç açısından önemli bir konumdadırlar. Bunun için Umm Al-Kitab adlı kaynak uzantısında yapılan tartışmalara bakmak yeterlidir. Pamiri İsmailelerince korunan bu kitabın kimi bölümlerinin 8. yüzyılın ikinci yarısında yazıldığı kabul edilmektedir. Bu kitap, yalnız Nusayrilik için değil aynı zamanda tüm Alici toplulukların tarihleri açısından önemlidir; çünkü, Hz. Ali ve onun çevresinde kutsiyet atıf edilen kişiler hakkında düşüncelerin ne kadar erken dönemde şekil almaya başladığı konusunda fikir vermektedir.

    Eskiocak'ın çalışması Nusayriler hakkında bu kısa notları aktarmamı gerekli kıldı. 'İlk Alevi Kimdir?' gibi birincil bir soruyu Nusayrilik açısından nasıl ele alacağı haliyle ilginç olabilirdi. Yazarın buna cevap vermek için seçtiği dayanaklar dört başlık altında toplanabilir: Hz. Muhammed ve onun Ehl-i Beyt ile ilgili açıklamaları; Hz. Ali'nin vasıfları ve peygamber ile arasındaki özel ilişki; Hz. Ali'nin neden peygamberden sonra halife olması gerektiği; ve son olarak Hz. Ali'yle ilgili hayatın değişik alanlarına dair öğretici hadisler.

    Bu başlıkların tümü Türkiye'deki Alevilerin tanıdık olduğu referanslarla işlenmektedir. Maalesef bu referanslar içerisinde Nusayri doktrinine ait temalar ve göndermelere yer verilmemiştir. Eskiocak kitabının ana sorusuna cevabını oldukça sade ifade etmeyi tercih etmiştir: ''Hz. Muhammed hadisi şerifinde şöyle buyurmuştur: “Ali'yi seven beni sever, beni seven Allah'ı sever''. Eğer Hz. Muhammed bu sözü gerçekten söylemişse kendisinin ilk Alevi olması gerekir. Çünkü kendisi Hz. Ali'yi en çok seven kişidir.” (s. 39)

    Sorunun çözümlenmesi ve verilen cevabın, beklentimin çok dışında ve oldukça problemli olduğunu belirtmem gerekiyor. Elbette yazar, verdiği cevabın arkaplanında iki tarihsel kişilik arasındaki ilişkinin sevginin ötesinde olduğunu; daha doğrusu, Ali'yi sevmenin aynı zamanda onun faziletleri ve gizemiyle ilişkili olduğu ve bu bağlamda peygamberin Ehl-i Beyt'e dair söylemlerinin hiç de tesadüf olmadığını aktarmaktadır. Sorun burada değildir; verilen cevap, ister Nusayriler isterse diğer Alevi grupları açısından değerlendirilsin, önemli bir kabulü dahil etmemektedir ve hatta onunla bir ölçüde sorunlu bir konuma düşmektedir.

    Öncedende değinildiği gibi, Nusayriler için yaratılış, Allah'ın kendisini Hz. Ali, Hz. Muhammed ve Selman-i Farısi'dan oluşan kutsal üçlü ile tezahür etmesiyle devam etmiştir. (Türkiye'deki diğer Alevi gruplarda bu, her şeyden önce varolan Muhammed-Ali nuru ile ifade edilir; Selman'ın ismi bu aşamada dahil edilmez.) Eskioacak'ın verdiği cevap, tam da bu düşünceyle sorunlu bir haldedir. Nasıl oluyorda, başlangıçta, yani batıni alemde, varoluşun bütünsel ögeleri olan ve birbirlerini tamamlayan isimler, “ilk Alevi kimdir” sorusunda çok sıradan bir bağlamda karşımıza çıkıyorlar?

    Bunun genel olarak batıni grupları ilgilendiren çok önemli bir soru olduğunu bilmekteyim. Yazar, meselenin genel boyutuna girmeden, en azından Nusayri prensiplerine göre bu durumun izahını yapabilirdi. Bu, bizi, yalnzca Nusayri düşünürlerinin geçmişte bu türden sorulara nasıl yaklaştıklarıyla ilgili bilgilendirmeyecekti, aynı zamanda yazarın verdiği cevabı daha rahat anlamamızı da sağlıyacaktı. Bu yapılmadığı için, okurun peşisıra şu soruyu sorması kaçınılmaz olmaktadır: eğer Hz. Muhammed ilk Alevi ise, öyleyse, ikinci Alevi kimdir?

    Herhalde buna verilecek cevap için – Eskiocak'ın yaklaşımını esas alırsak- akla ilk gelen isim Selman-ı Farısi'den başka kimse olamaz. Çünkü Nusayri üçlemesinin ikinci ismi Selman'dır. Fakat şimdiden, en az ilk cevap kadar, bunun da sorunlu olduğunu belirtmeliyim. Buna rağmen, kitabı ilk elime aldığımda, henüz içeriğine bile bakmamışken, aklıma ilk gelen kişinin Selman-ı Farısi olduğunu söylemeliyim.

    Selman-i Farısi Anadolu Alevileri açısından oldukça önemli bir yere sahiptir; çünkü, Alevi pirleri inançları için “yol sürme” diye adlandırdıkları görevlerinin ilk temsilcisi olarak Selman'ı görürler. Ona dair herkesin ezbere bildiği bir anlatıları vardır. Peygamber miraç dönüşü, bir odada bulunan bir grup ile karşılaşmıştı. Onlara kim olduklarını sorduğunda, Kırklar” cevabını almıştı. Bunun üzürine peygamber odada yalnız 39 kiş gördüğünü söylemişti. Kırkıncı kişi Selman'dı; onun pars toplamaya gittiği söylendi. Az sonra o da elinde bir üzüm tanesiyle çıkıp geldi. Peygamber bu üzüm tanesini sıkıp şerbet yaptı, kırklar onu içti ve ilk semahı o zaman dönüldü. İşte Selman'ın parsı, Alevi pirlerinin yılda bir talipleri arasında gezmeleri, sorgu-sual etmeleri ve onların sofralarına dua vermelerine örnek teşkil eder.

    Eskiocak, “İlk Alevi Kimdir?” sorusunu Selman ile cevaplamış olsaydı, bunu kabullenmek çok daha kolay olabilirdi. Bu isim, Anadolu'daki Aleviler ve Nusayriler için, farklı içeriği de olsa da, önem arz eder. Fakat ne gariptir ki, kitabın hiç bir yerinde Selman'la karşılaşmamaktayız. Üstelik bir Nusayri tarafından yazılmış bir çalışmada bu inanç için böylesi önemli bir kişinin anılmamış olması oldukça düşündürücüdür.

    “İlk Alevi Kimdir sorusuna verilen cevabın problemli yanlarından birisi de Alevi kelimesiyle ilgilidir. Yazara göre, “Alevi kelimesi sözlük bakımından bir kişinin Hz. Ali'ye mensup olması demektir.” (s. 10) Haliyle de ilk Alevi kimdirle mesgul olunduğunda, Ali'nin çevresindeki kişilere bakmak gerekmektedir. Anadolu'da Alici olarak bilinen grupların kendilerini “Alevi” olarak tanımlamalarının 19. yüzyıldan itibaren olduğu genel kabul görmektedir. Öyleyse, örneğin, kendilerini “Kızılbaş” olarak adlandıranlar açısından “İlk Alevi Kimdir” sorusunu sorsak ne tür bir cevap bizi bekliyor? İlk Kızılbaş, aynı zamanda ilk Alevi midir? Veya kendileri için “Ewladê Haq” (Hak'kın Çocukları) ve inançları için “Raa Haq/Riya Haq” (Hak-Hakikat Yolu) diyenler açısından inancın ilk takipçisi kimdir? İlk Ewlade Haq aynı zamanda ilk Alevi midir? En azından sonuncular için şunu söyleyebilirim. Onlar inançlarının, daha doğrusu yürüdükleri bu inanç yolunun, ilk insandan bu yana olduğunu kabul etmektedirler. Bu yüzden onlar açısından “İlk Alevi Kimdir?” sorusuna cevap, Adem'den başka kimse olamaz. Çünkü Adem yaratılıdğında melek Cebrail ona bu yolun gereklerini açıklamış ve onunla ahiret kardeşi olmuştu. Herhalde, bu düşüncenin de Eskioacak'ın cevabından oldukça farklı bir seyir izlediğini izah etmeme gerek yok.

    Melek Cebrail'i anmışken, şunu da aktarmam gerekiyor. Eskiocak kitabının son iki sayfasında ilginç bir mevzuyu işler. Peygamber, melek Cebrail'in Hz. Ali'ye özenli davrandığını farkettiğinde ona bunun nedenini sorar. Cebrail, cevabında şunu aktarır: Henüz yaratılmışken, Allah kendisine “Sen kimsin” sorusunu sormuştu. Cebrail soruyu cevaplandıramadığında, nur aleminden Hz.Ali belirmiş ve ona ne söylemesi gerektiğini aktararak yardımcı olmuştu. Cebrail'in Hz. Ali'ye özel davranmasının nedeni budur. Bunun üzerine peygamber Cebrail'e yaşının kaç olduğunu sorar. Cebrail'de “Ey Allahın Resulü, bilemem, fakat Arş'tan her 30.000 yılda bir yıldız çıkar, bu yıldızın 30.000 sefer çıktığını gördüm” der. (s. 91)

    Bundan sonra Eskiocak devam eder ve şu satırlarla kitabını sonlandırır: “İşte Alevilerin tabi oldukları şahsiyet budur. Ve bu şahsiyetin adı ile Alevi diye adlandırılmışlardır. Acaba Cebrail'de mi Alevidir?” (s. 91)

    Yazar tamda ele alması gerektiği meselelere girmişken kitabını sonlandırması, üstelik bunu pek de olağanüstü bir soruyla yapmış olması, tam anlamıyla yazık olmuş. Cebrail'in hikayesinin son derece ilginç ve uzun bir mesele olduğunu belirtmekle yetineyim.

    Nasreddin Eskioacak'ın değerli kitabını okurken inanç prensipleri hakkında sistemli tartışma ve yazmanın önemli bir gelenek olduğunu hatırlamak zorunda kaldım. Çok uzun zaman önce Nusayriler dahil bu tür gruplar, bu tartışmaları yapma yeteneğine sahiptiler. Sonra uzun süre bu gelenek aksadı. Şimdi 20. yüzyılın sonlarında kenarından köşesinden bu geleneğe yeniden tutunurken, takılıp düşmeden bu yolu yürümek için epey bir zamana ihtiyaç olduğu görünmektedir.


Referans

Nasreddin Eskiocak, İlk Alevi Kimdir?, Can Yayınları, 2. basım, İstanbul, 1996.










* Bu makale Pir Sultan Abdal Dergisinin 64. sayısında (2017, Haziran) yayınlanmıştır:

http://www.pirsultan.net/blog/category/yayinlar/pir-sultan-abdal-dergisi/