Koçgiri hakkında bir kitap okuduğumda nedense aklıma hep Varto gelir. Dersim kültür coğrafyasının Batı ve Doğu’daki iki yakasını temsil eden bu bölgeleri birçok açıdan karşılaştırmak mümkündür. Günümüzden yola çıkarak onlar hakkında yapılacak bir değerlendirmede daha çok farklılıklar öne çıkabilir. Bu önemli ölçüde içinde iki bölgenin de içinde bulunduğu farklı şartlardan kaynaklanmaktadır. Yine de her iki bölgenin dikkat çeken ortak bir özelliği bulunmaktadır: O da kendi tarihlerine yönelik yoğun ilgileridir. Buna rağmen, bir uyarıyı da hemen yapmalıyım: Vartoluların tarihlerine yaklaşımları ile Koçgirililerin yaklaşımı arasında önemli farklılıklar vardır. Vartoluların tarihlerine nasıl içerik kazandırdıklarını başka bir yazıya bırakmalıyım; çünkü bu makaleye vesile olan, yakın bir zaman önce yayınlanan Koçgiri Tarihi (16-19. YY Osmanlı Arşiv Belgeleriyle) başlıklı çalışmadır. Ali Haydar Bektaş, Burak Bektaş ve Gültekin Uçar tarafından kaleme alınmış ve toplam 684 sayfalık bu hacimli kitap hakkında muhakkak bir şeyler söylemek gerekmektedir. 
Böylesine geniş bir zamanı içeren bir arşiv çalışmasını sonuçlandırmak kolay değildir. Osmanlı kaynaklarından yüzlerce belgenin taranması, tasnifi ve transkripsiyonu titiz bir emek gerektirir. Bu, aslında, akademik kurumların üstlenmesi gereken bir çalışmadır. Fakat topluluk bu tür kurumlardan mahrum olduğundan, bu tür çalışmalar ancak bireylerin ve derneklerin fedakarlığı ve çalışkanlığıyla mümkündür. Bu yüzden emeği geçen herkese bu girişimin ne kadar değerli olduğunu ifade etmeliyim.
Koçgiri denildiğinde çoğu kişinin aklına 1921 yılında yaşanan olaylar gelir. Koçgiri 1921, hem Kürt hem de Alevi topluluklarının tarihleri açısından son derece ayrıcalıklı bir konuma sahiptir ve her iki topluluk için de yeni dönemin ilk politik eylemi olarak değerlendirilebilir. Bu bağlamda yanıtlanması gereken önemli sorulardan biri şudur: Göreli olarak daha fazla refah içinde bulunan ve Osmanlı idaresine diğer birçok bölgeden daha erken bir dönemde entegre olmuş olan bu bölge, nasıl oldu da böyle kritik bir tarihi eşikte aşiret çıkarlarının ötesine geçerek siyasi idealler doğrultusunda bir hareket başlattı? Koçgiri Tarihi, bu soruya yanıt verebilmek için dikkate değer bir malzeme sunmaktadır.
Bektaş, Bektaş ve Uçar’ın çalışması bu soruya iki farklı yaklaşım geliştirmemize olanak tanımaktadır. İlki, yazarların da tercih ettiği üzere, 16. yüzyıldan itibaren Koçgiri aşiretini oluşturan cemaatlerin Çemişgezek Beyliği’ndeki konumlanışından başlayarak, 1750’lerden itibaren Sivas’ın Zara-İmranlı bölgesine uzanan tarihsel süreçlerini izlemeyi içerir. İkinci yaklaşım ise 1921 yılının aktörlerini merkeze alıp geriye doğru bir perspektif geliştirebilir. Hangi yaklaşım seçilirse seçilsin, karşımıza çıkan temel bir olgu vardır: Aşiretin bu uzun tarihsel süreç içerisindeki vazgeçilmez konumu.
Bu açıdan Koçgiri, önemli bir avantaja sahiptir. Muhtemelen daha batıda yer alması ve Osmanlı idaresinin daha belirgin şekilde hakim olduğu Sivas vilayeti sınırları içinde bulunması nedeniyle, birçok Kürt bölgesinde karşılaşılmayan ölçüde zengin bir arşiv materyaline sahiptir. Bu durum, en azından 1800’lerden itibaren bölgedeki gelişmeleri ayrıntılı biçimde izleyebilmemize imkan tanımaktadır; nitekim söz konusu dönem, kitabın en güçlü ve iddialı bölümlerini oluşturmaktadır. Yazarların mevcut belgelerin tümünü çalışmaya dahil etmiş olmaları ise yalnızca Koçgiri tarihinin anlaşılmasına katkı sunmakla kalmaz aynı zamanda bu dönem boyunca aşiret-devlet ilişkilerinin nasıl biçimlendiğini ve bu ilişkilerin hem aşiret içi dinamiklere hem de yerelde farklı toplumsal gruplar arasındaki etkileşimlere nasıl yansıdığını izleyebilmemiz açısından da son derece değerli bir veri seti sunar.
Bu bağlamda Koçgiri Tarihi, Dersim aşiretlerinin 18. yüzyıldan itibaren yaşam alanlarını hangi koşullar altında genişlettiklerine anlamamızı sağlayan örnek nitelikte bir çalışmadır. Yazarlar, Koçgiri aşiretini oluşturan cemaatlerin tarihi açısından Maden-i Hümayun’un faaliyete geçmesini önemli bir dönüm noktası olarak değerlendirmektedir. Elazığ yöresindeki madenlerin işletilmesi amacıyla kurulan bu olağanüstü yetkili idari merkez, bölgedeki toplulukların yaşamlarını çeşitli açılardan zorlaştırmış ve birçok aşiretin yer değiştirmesine yol açmıştır. Maden-i Hümayun’un kuruluşu bölge tarihi açısından kuşkusuz kritik bir gelişme olmakla beraber, aşiretler için zorlu süreç 1691 yılında İskân Fermanı ile başlamış ve 18. yüzyılın tamamına yayılarak etkisini sürdürmüştür. Aşiretleri pasifleştirmeye yönelik siyaset zorunlu iskân, düzenli vergi ve askerlik yükümlülüğü ve Sünnileştirme hedefleri ile yol alıyordu. Aşiretler bu uygulamalara direnerek ve birbirleriyle dayanışma içinde olarak cevap vermekteydiler. Yanısıra, aşiretler, sık sık yer değiştirmek suretiyle devlet takibinden kaçınmaya da çalışıyorlardı. Bu süreçte Elazığ ve Malatya gibi bölgelerden Dersim’e doğru bir nüfus hareketi yaşanırken, Dersim içinde yerleşik aşiretlerin ise artan baskı ve yoğunluk nedeniyle Erzincan, Erzurum-Muş ve Sivas yörelerine doğru kaydıkları görülmektedir. Söz konusu aşiretlerin bir kısmı ise Sivas üzerinden ilerleyerek Tokat, Amasya, Çorum ve Yozgat’a kadar uzanan geniş bir coğrafyaya yayılmıştır.
Dolayısıyla Maden-i Hümayun’un etkileri ancak 1691’den itibaren başlayan süreçle birlikte ele alındığında daha iyi anlaşılabilir. Osmanlı’nın bu tarihten itibaren bölgedeki aşiretlere yönelttiği ilgi dikkat çekicidir. Bu ilginin yalnızca iktisadi ve askeri ihtiyaçlardan değil, aynı zamanda Safevilerin bölgedeki etkisinin zayıflamasıyla Osmanlı’nın aşiretlere yönelik temkinli tutumunu terk etmesinden ve Çemişgezek Beyliği’nin son ardıllarının etkisizleştirilmesinden de kaynaklandığı düşünülebilir. Bu noktada, Çemişgezek Beyliği’nin ve beyliğin gücünü dayandırdığı aşiretlerin akıbeti sorusu, bölge tarihini anlamak bakımından büyük önem taşımaktadır. Koçgiri Tarihi’nin bu konuyu tespit etmiş olması değerli bir katkıdır; ancak kaynakların son derece sınırlı olduğu bu döneme ilişkin kapsamlı değerlendirmeler yapabilmek için daha fazla araştırmaya ihtiyaç var.
Bu çalışma, Alevi inancına mensup bir aşiretin Osmanlı’nın güçlü biçimde hakim olduğu bir bölgede nasıl tutunabildiğini ve tüm zorluklara ve baskılara rağmen 19. yüzyıl boyunca topraklarını nasıl genişletebildiğini anlamamızı sağlıyor. Alevi inanç pratiğinin, büyük ölçüde bu aşiretlerin örgütlü direnci sayesinde sürdürülebilmiş olduğunu vurgulamak gerekir. Osmanlı yönetimi söz konusu dönem boyunca yalnızca güç kullanmayı tercih etmemiş, aynı zamanda Koçgiri aşiretinin liderlerini idari yapıya çeşitli biçimlerde dahil etmeye de çalışmıştır. Osmanlı idaresinin bu tür “esnek” uygulamalarını kavramak, dönemin sonuçlarını analiz edebilmek açısından önemlidir; çünkü bu süreç aynı zamanda Koçgiri aşiretinin siyasallaşmasına zemin hazırlamıştır. Bu bağlamda, 1830’lardan itibaren Koçgiri’de öne çıkan ailelerden birinin torunlarının 1921 yılına gelindiğinde politik aktörler olarak karşımıza çıkmasını da daha iyi açıklayabilmekteyiz.
Koçgiri Tarihi, Aleviler gibi toplulukların tarihyazımına metodolojik bir açılım da sunar. Alevi tarihi, özellikle Kürt Alevilerin geçmişi, çoğunlukla birincil kaynakların yetersiz olduğu bir alan olarak değerlendirilir. Ancak kitap boyunca bu kabullerin tümüyle doğru olmadığı açık biçimde ortaya konmaktadır. En azından 19. yüzyıl için oldukça ayrıntılı Osmanlı arşiv belgelerinin mevcut olduğu görülmektedir. Kuşkusuz bu belgeler devlet birimlerinin yaklaşımını yansıtmakta ve çoğunlukla “aşiret” ile “şekavet” arasındaki ilişki çerçevesinde kaleme alınmıştır. Buna rağmen, söz konusu belgelerin bölge tarihine dair son derece değerli bilgiler içerdiği, bu çalışmada açık bir biçimde ortaya çıkmaktadır. Çalışma aynı zamanda bu kaynakların nasıl okunması gerektiğini ve belgeleri değerlendirirken titiz bir yaklaşımın zorunlu olduğunu göstermektedir. Bununla birlikte Koçgiri Tarihi önemli bir noktaya daha işaret etmektedir: Bu belgelerde, her ne kadar bu inanç topluluğunun taraftarlarını oluşturan aşiretler hakkında epey bir bilgi bulsak da, onun inancına dair örtük suçlamalar ve ima niteliğindeki tanımlamalar dışında neredeyse hiçbir bilgi bulunmamaktadır.
Bu eksikliğin nasıl giderileceği sorusu önemlidir. Bu noktada en temel bilgi kaynağımız kuşkusuz topluluğun hafızasıdır. Bu hafıza, birden fazla katmana sahiptir ve çeşitli alanlarda izlenebilir. Söz konusu bilgilerin derlenebilmesi ise ancak Koçgiri bölgesindeki köylerin, aşiretlerin, topluluk yapıların ve ocak ağlarının izleri sürülerek mümkün olabilir. Bu tür bir saha temelli bir çalışma, resmi belgeleri daha eleştirel bir gözle okumamıza imkan tanıyacak; böylece Koçgiri Tarihi’nin sunduğu bilgileri daha bütüncül bir anlatı içinde değerlendirme olanağı sağlayacaktır.
Dersimli topluluklar içerisinde Koçgirliler tarih alanında son dönemin en çok üretenleridir. Yakın zaman içerisinde okuduğum en dikkatli çalışmalar onlara aittir. Bu bağlamda Ali Rıza Çelik ve Rıza Duran’ın Abeş (Şerefiye) Bölgesi: Tarih Kültür, Etnisite (İstanbul: Kalkedon, 2013), Ali Rıza Çelik’in Belgelerle Koçgiri (İstanbul: Kalkedon, 2021) ve Ali Gülçiçek’in Öteki Koçgiri: Karabel Tarihi (İstanbul: Tekin Yayınevi, 2025) başlıklı eserleri anmalıyım. Koçgiri Tarihi bu değerli çalışmalardan şimdilik sonuncusudur; devamının geleceğinden eminim.
Referans:
Ali Haydar Bektaş, Burak Bektaş ve Gültekin Uçar, Koçgiri Tarihi: 16-19. YY Osmanlı Arşiv Belgeleriyle (İstanbul: Dipnot Yayınları, 2025).

0 yorum:
Yorum Gönder