Biraz hayal kırıklığına uğradığımı şimdiden belirtmem gerekiyor. Pir Musa Küçük’ün kitabını elime aldığımda daha fazla onun yaşamı ve mensubu olduğu Seyit Savun ocağı hakkında bilgi bulabileceğimi umut etmiştim. Maalesef. Dört yüz sayfaya yakın kitap içerisinde yazar yalnızca kitabın son bölümünde, 30-40 sayfa, mensubu olduğu ocağa ve kendi yaşamına ayırmış. Buna karşın, kitabın önemli bölümü 12 İmamların hayatlarına dair bilgiler içeriyor. Tercihin neden bu yönde yapıldığını sorgulamadan geçmek mümkün değil.
Musa Küçük 1933 yılında Dersim’in Seyidan (Seyitli, Mazgirt) köyünde doğmuş. Kendisi Seyit Savun ocağının merkez ailesinden gelmektedir. Kuşağının tüm üyeleri gibi Dersim 1938’in bütün zorluklarını yaşamış. Buna rağmen hayatta tutunmak ve inancını sürdürmek için mücadele etmiş. Yıllar sonra yerleştiği İstanbul’da kurulacak ilk cemevlerinden birisi onun evinde şekillenmiş. Bu çabaları 1986 yılında Seyit Seyfi Cemevi olarak resmiyete dönüşmüş. Kendisiyle bu konularda yapılmış epey bir röportaj internet ortamında bulunabilir. Benim de onu tanımam bu röportajlar aracılığıyla oldu. Haliyle onun ismini taşıyan bir kitabı okumamak olmazdı.
Seyit Savunlar Doğu Dersim ocakları (Kureşan, Baba Mansur, Derviş Gewr, Şeyh Ahmed) grubunda yer alırlar. Dersim, Böngöl, Elazığ ve Erzincan’da kimi aşiretlerin doğrudan pirleri olmaları yanı sıra, ocaklar arası örgütlenmede bölgede etkili Baba Mansurların önemli kollarına da pirlik yaparlar. Onların pirleri ise Şeyh Ahmed ocağından gelmektedirler. Kendilerini İmam Musa-i Kazım’a -veya İmam Rıza- bağlarlar ve anlatıları içerisinde Safevilerin atası Şeyh Safi ve Erdebil tekkesine ayrı bir vurgu yapılır. Seyit Savunların önemli bölümü Kurmanci; Nazmiye ve Tercan halkası ise Kırmancki konuşur. Kırmancki’nin önemli ozanlarından birisi olan Sey Qaji bu ocaktandır. Seyit Savun olarak bilinen ocağın kurucu atasının ismi hakkında aile hafızasında farklı isimler de geçmektedir: Seyid Sali, Seyid Seyfi, Seyid Safi, Seyid Sabır, Seyit Sabun.
Seyit Savunlar hakkında daha geniş bilgi, Gazi Küçük’ün Dersim’de Bir Seyitler Köyü Seyidan: Seyit Savun Ocağının Tarihçesi kitabında bulunabilir. Ayrıca, özellikle ocak içi tartışma ve farklı iddialara dair toparlayıcı bir çalışma olarak Bülent Küçük ve Hüseyin Küçük’ün ‘Dergâhtan Derneğe bir Ocağın Serencamı: Seysavun Ocağı’ (2021) başlıklı ortak makalesine bakılabilir.
İstisnasız bütün Dersim ocakları içinde sürdürülen tartışmalar Seyit Savun ocağı üyelerince de yapılmaktadır. Ocağın atasının nereden geldiği, bağlı olduğu silsile, şecerenin varlığı, ocaklar arası ikrar ilişkileri bu başlıklardan bazılarıdır. Yanı sıra Seyit Savun mensubları tarafından dile getirilen iki iddia da dikkate değerdir. Bunlardan ilki, bu ocağın Erdebil dergâhı, ya da doğrudan kurucusu Şeyh Safi ile kurulan ilişki; ikincisi ise, ocağın Dersim öncesi yurdu olarak Palu’ya bağlı Seydilli köyünün gösterilmesidir. Erdebil dergâhına dair söylem, diğer Dersimli ocaklar tarafından dile getirilmez. Bu sahiplenme, Şeyh Safi ile ataları arasında saydıkları kişilerin isim benzerliğinden kaynaklanabilir; bu, bazı Dersimli ocakların kendi ataları ile Hacı Bektaş-i Veli Vilayetname’sinde adı geçen evliyalarla eşleştirme çabalarına benzemektedir. Palu iddiası ise daha önemli bir mevzudur. Ocak üyeleri burada bir medrese sahibi olduklarını ve Alevi pirlerinin 1800’lere kadar burada yetiştiklerini öne sürmektedirler. Bu bağlamda bölgenin bir zamanlar hanedanı olan Cemşid beyi anmaları da iddiayı biraz daha ilginç kılmaktadır.
Bu ve diğer birçok konu Pir Musa Küçük’ün kitabında sınırlı yer bulmuş. Yine Mazgirt bölgesindeki aşiretler, farklı ocakların konumları ve 1970’lere kadar yaşanılan sorunlar hakkında da hemen hemen hiçbir bilgi bulmak mümkün değildir. Oysa yazar kendi ifadesiyle 1970’lere kadar bizzat Baba Mansur’lu pirlerle birlikte Sivas ve Tokat’a kadar talip ziyaretlerinde bulunmuş. Bu ziyaretler sırasında yapılan sohbetler, yürütülen merasimler ve yaşadıkları sorunları anılarına dahil etmiş olsaydı, kitabın içeriği farklı bir değer kazanmış olacaktı.
Haliyle şu soruyu sormak yerinde olacaktır: Pir Musa Küçük ve onun büyüklerinin bu inancı sürdürmek için gösterdikleri çabaları anlamak mı, yoksa 12 İmamların hayatlarını okumak mı Aleviliği öğrenmemize yardımcı olacaktır?
Aslında kitabın içeriğinin bu yönde düzenlenmiş olması o kadar da şaşırtıcı bulunmayabilir. Kitapta sırasıyla sunulan bilgiler, 1980’lerden itibaren yazılmış Alevilik başlıklı çalışmaların birçoğunda karşılaştığımız türdendir: 12 İmamların hayatları ile başlamak, sonra Alevilik içindeki bir takım uygulamaları Hz. Muhammed, Hz. Ali ve Ehl-i Beyt’e dair hadislerle ve mümkünse Kuran’dan yapılan alıntılarla açıklamak; son olarak da yerel veya kişisel hikayeyi dahil edip ve varsa bir dizi şiirle kitabı tamamlamak. İşte bu içerik ise bize aynı zamanda Buyrukları hatırlatmaktadır.
Buyruk, daha doğrusu Şeyh Safi Buyruğu, Safeviler tarafından hazırlanan ve Anadolu Alevilerini örgütlemek için halifeler aracılığıyla 16. yüzyılın sonlarından itibaren gönderilen Türkçe yazılmış kitabın ismidir. İmam Caferi Sadık ismiyle anılan Buyruk kitapları ise çok daha geç bir dönemin ürünü oldukları ve Bektaşilik etkisi taşıdıkları kabul edilmektedir. Şeyh Safi Buyruğu, Ehl- i Beyt ve 12 İmam sevgisini, Şah’a bağlılığın önemi ve Şii-Sufi geleneği uzantısında tarif edilen tarikatın gereklerini anlatan içeriğe sahiptir. Buyrukların Aleviler arasında bulunan en eski nüshası 1600’lerin başlarına aittir. Değişik bölgelerden birçok Buyruk kopyası, ocak ailelerinin korumaları sayesinde günümüze ulaşmıştır.
Peki, Safevilerin Buyruklar aracılığıyla yaptıkları çalışmalar inançsal açıdan Aleviler üzerinde ne kadar etkili olmuştur? Bu önemli soruyu cevaplamak kolay değildir, fakat en azından genel olarak şu söylenebilir: Buyrukların Aleviler üzerindeki etkisi topluluk bazında farklılık göstermektedir. Muhtemelen Buyrukların en az etkili oldukları yerlerden birisi Dersim’dir. Bu dil sorunundan kaynaklandığı gibi, bölge Aleviliğinin kendi özelliklerini koruyabilme başarısından da kaynaklanmaktadır. Örneğin Buyruklar tam anlamıyla etkili olmuş olsaydı, Dersim’de 21. yüzyılda farklı bir yaratılış hikayesi derleme şansı olamazdı. Ya da musahiplik geleneğini tıpkı Buyruklarda aktarıldığı ve birçok Anadolu Alevi toplumunda tekrarlandığı gibi Hz. Muhammed ve Hz. Ali’yle açıklamak yeterli olacaktı; ve biz Dersim’de musahiplikle ilgili farklı bir anlatı ile karşılaşmıyor olacaktık. Buna rağmen, Buyrukların diğer Aleviler üzerinde de bir bütün olarak etkili olduğunu iddia etmek mümkün değildir. Aksi takdirde yakın zamana kadar kırsal bölgelerde yaşatılan Alevilik çok daha fazla Şii özellikler taşıyıp, kendisine ait bir takım farklı gelenekleri terk etmiş olmalıydı.
Buyrukların etkisinin daha çok 20. yüzyılın ortalarından sonra arttığını söylemek yanlış olmayacaktır. Bu da, yaşanılan toplumsal dönüşümlerle alakalıdır. Aleviler geleneksel anlatılarından uzaklaştıkça, daha fazla kitabi bilgiye yöneldiler. Bu kitabi bilginin, özellikle belirli bir yaş üzerinde Alevilerde, en önemli referanslarından birisi Buyruklar oldu. İşte Pir Musa Küçük ve daha birçoklarının kitaplarında gördüğümüz de bu etkinin kendisidir.
Biyografi (veya monografi) yazımı Alevilik gibi bilfiil kişilerin çabaları ve fedakarlıklarıyla ayakta durmayı başarmış bir inanç için çok önemli bir kaynak oluşturabilir. Bu geleneğin başarılı olabilmesi için yazarın kendi tecrübeleri ve bağlı olduğu topluluğun yaşadıkları ve bunların esaslı bir şekilde gelecek kuşaklara detaylarıyla aktarılması gerektiğinin önemli olduğu bilincini taşıması gerekmektedir. Ayrıca bu tecrübeleri aktaracak bir yazım dili oluşturmak için de çaba içine girilmelidir. Bu kolay değildir, ancak zamanla, kuşaktan kuşağa ve biraz daha titiz çalışan yayınevlerinin yardımıyla oluşturulabilecek bir gelenektir. Fakat bir yerde bu adım atılmalı; aksi takdirde yazılan eserlerin başka geleneklerin gölgesinden kurtulamamış tekrarlar ötesine geçme şansı yoktur. Daha da önemlisi, iyi niyetle de yazılmış olsa, bu tür çalışmaların bir yabancılaşma etkisi yaratacağı ihtimalini de göz ardı etmemek gerekmektedir.
Elbette Pir Musa Küçük’ün çalışması değerlidir; fakat kitap, tamamen onun ve mensubu olduğu ocağın ve bölgenin hikayesine ayrılmış olsaydı çok daha anlamlı olacaktı. Bu yüzden, kendisinden, yaşadıkları, gördükleri ve duydukları ile ilgili bir biyografik eser beklentimizin olduğunu belirtmek isterim. Bu, her şeyden önce, yaşatmak istediği inancı için de çok önemli bir katkı sunacaktır.
Referans
Musa Küçük, Bir Pir’in Kaleminden Alevilik, İstanbul: Dörtkapı Yayınevi, 2020.
