16 Şubat 2023 Perşembe

Aşiretin Tarihini Yazmak: Mirdasi, Rişvan ve Etmi Örnekleriyle

Benim çocukluğumun geçtiği ortamda, sohbetlerin en önemli konularından birisiydi aşiret. Aşiretlerin geçmişlerini konuşmanın ve onların birbirleriyle ilişkilerini ve sorunlarını her seferinde detaylarıyla yeniden muhasebe etmenin ayrı bir önemi vardı. O zamanlar bu konunun ehli olarak görülen az sayıda kişi ve bu kişileri merakla dinleyen kadınlı-erkekli köy halkı her zaman bulunurdu. Aşiret toplumsal gerçekliğin kendisiydi; haliyle bu meseleyi hem dillendirmek hem de dinlemek her yönüyle ciddiyet ve saygınlık gerektirirdi.

DİYARBEKİR VE MIRDASİLER TARİHİ 

    Oysa aşiret, Cumhuriyet dönemi boyunca en fazla değersizleştirilen kavramlardan birisi oldu. Aşiret, yaratılmak istenen yeni toplumsal model karşısında eskiyi her yönüyle temsil ettiği için kolay ve savunmasız bir hedefti. Muhtemelen bu durum, aşiret ile Kürtler arasında kurulan ilişkiden de kaynaklanmaktaydı; tıpkı Kürt kelimesinin kenara itilmesi gibi, aşiret de onunla aynı kaderi paylaştı. Elbette aşiret, yalnız Kürtleri değil, Anadolu’da Türk tarihini de anlamak için en önemli başlıklardan birisidir; ayrıca Alevilik gibi inanç yapılarının gelişimi açısından da son derece belirleyicidir. Daha da ötesi bu olgu, Ortadoğu’yu, özellikle İslam tarihi ve devletlerinin oluşum sürecini anlayabilmek için de bir vazgeçilmezdir. Aşiretin tüm bölge açısından ne kadar önemli olduğunu değerlendirebilmek için, Philip Shukry Khoury ve Joseph Kostiner’in 1990 tarihli Tribes and State Formation in the Middle East (Ortadoğu’da Aşiretler ve Devlet Oluşumu) kitabına bakılabilir; halen okunabilecek önemli bir başlangıç eseridir.

    Buna rağmen, aşiret tarihine ilgi sınırlı da olsa devam etmiştir. Son yıllarda ise bu konuda artan bir üretimden bahsetmek bile söz konusudur. Aslında aşiret tarihi, tarih çalışmaları içinde başlı başına bir disiplin oluşturacak kadar malzeme sunmakta ve hem amatör, hem de profesyonel tarihçilere fazlasıyla yetecek konu barındırmaktadır. Bu yüzden, aşiret tarihi yazmanın önemini vurgulamanın yanı sıra, bu yazımın yöntemi ve barındırdığı birtakım sorunlar üzerine de fikir yürütmek gerekmektedir.

    Aşiret tarihyazımının en önemli sorunlarından birisi coğrafyayla ilgidir. Aşiret Türkçede konargöçer, yani ‘‘yersiz-yurtsuz’’gibi bir eşanlamla tanımlanır ki bunun ne kadar gerçeği yansıttığı tartışmalıdır. Tam anlamıyla bu ifadeyi kapsayan aşiretler vardır. Bu tanımın geçerli olmadığı örnekler de çoktur. En azından son beş yüzyıl süresince aynı bölgede yaşam sürdüren aşiretler vardır. Modern dünyanın baktığı yerden, coğrafya ve süreklilik şehirler ve iktidar merkezleri üzerinden sabitlendiğinden, aşiretin yaşam alanı sahipsiz görülebilir veya tanımlanmakta sorunlu bir hal alabilir. Oysa Anadolu’da şehirler yakın bir zamana kadar coğrafyanın çok sınırlı bir bölümünü kapsamakta ve nüfusun büyük çoğunluğunun yaşam alanları kırsal ve dağlık bölgelerdi. Aşiret çoğu zaman bu kırsal ve dağlık alanın sahibidir ve şehirliden çok daha daha uzun zaman coğrafyasının yerlisidir.

    Öyleyse, bu görünmeyen coğrafyanın sahiplerinin tarihini nereden başlatmak gerekmektedir? Bu, aşiret tarihi yazmanın en çetrefilli ve fakat bir o kadar da heyecan verici sorularından birisidir. Aşiret, bir konargöçer meselesi olarak görüldüğünde, onun geçmişi muhakkak bir göç tarihinin izinde aranır. Aşiret, bir ortak atanın soy evlatları olarak düşünüldüğünde ise, aşiret tarihçiliği de o kurucu ata için kabul görebilecek bir zamanı ve o zamanı temsil eden bir kişiyi arar. Bu kişi, düne kadar İslam tarihine ait komutanlardan, ruhani kişilerden veya onların bağlı oldukları ailelerden seçilirken, Cumhuriyet dönemi boyunca etnik temsiliyeti güçlü yapılarda da aranmıştır. Haliyle, bütün tarihyazımları gibi aşiret tarihyazımı da politik bir tercihin ürünü olabilir ve bu durum onun geçmiş zamanla bağ kurma arayışlarını sıkıntılı bir hale dönüştürebilir; çünkü aşiret, sanıldığından çok daha fazla karmaşık tarihsel süreçlerin izlerini taşır. 

 Osmanlı Devletinde Aşiret YönetimiRişvan Aşireti Örneği | Osmanlı Devletinde Aşiret YönetimiRişvan Aşireti Örneği | Faruk Söylemez | Kitabevi Yayınları | 9786258055357  

    Bir de elbette aşiret tarihçiliğinin yazılı ve sözel kaynakların kullanımıyla ilgili bir sorunu vardır. Aşiret tarihi yalnız aşiret üyelerinin sözel hafızası üzerine kurulabilir. Bu çok değerlidir ve her zaman yapılması gereken ilk şeydir. Bu girişim iyi bir alan taramasına dayanmak zorundadır ve aşiretin yalnız ileri gelenlerinin değil bütün halkalarının hafızasına başvurulmalıdır. Sonuç alıcı bir derleme aynı zamanda çok iyi bir ön hazırlık gerektirir. Örneğin, aşiretin alt gruplarını, iç örgütlenmesini, yaşam alanlarını, dinsel yapısını, göçlerini ve devlet ve diğer aşiretlerle ilişkilerini tespit edebilmek için bu son derece önemlidir. Aşiret tarihi Osmanlı kaynakları üzerinden de yazılabilir. Osmanlı kaynakları aşirete dair sandığımızdan daha fazla bilgi içerebilir. Osmanlı idari sistemi içinde aşiret bir birim olarak yer edinmiş, yönetime tabi tutulmuş ve idarenin ihtiyacı gereğince kayda geçilmiştir. Ayrıca, Osmanlı yönetiminin aşiret ve özellikle aşiret konfederasyonlarının oluşumunda etkili olabildiği de unutulmamalıdır. Haliyle, Osmanlı kaynaklarından alınan veriler ile aşiretin hafızasındaki bilgiler nitel olarak farklıdır. Biri diğerinden daha üstün değildir; birbirlerini tamamlama ihtimali olduğu gibi, her ikisi bize aşirete dair farklı gerçekleri de aktarabilirler.

    Aşiret, coğrafya ve zaman ilişkisine dair verilebilecek en iyi örneklerden birisi Mırdasilerdir. Mırdasiler Palu, Bingöl ve kuzey Diyarbakır bölgesinde yaşayan bir Zaza aşiretidir. Benim onlar hakkında bilgim aşiretin 16. yüzyılda en önemli yüzü olan Cemşid bey ve Palu şehri ile sınırlıydı. Oysa onların bölgedeki varlıkları MS 1000 yıllarında Pir Mansur ile başlar. Pir Mansur ile birlikte Mırdasiler gelecek dokuz yüz yıl boyunca Piran (Dicle), Eğil, Çermik ve Palu’nun, kimi dönemler dışında, yöneticileri olacaklardı. Onların bölgedeki etkileri ancak 19. yüzyılda Osmanlı’nın Kürt beyliklerini ortadan kaldırma girişimiyle son bulacaktır. Bu uzun geçmişi tüm detaylarıyla Nusret Aydın’ın Diyarbakır ve Mırdasiler Tarihi: Piran, Gil, Çermog, Pale adlı 2011 yılında yayınlanmış çalışmasında okumak mümkün. Kitap yalnızca Mırdasi aşireti hakkında değil, onların hikâyesine bir şekilde dahil olmuş bölge aşiretleri ve yereldeki diğer aktörler hakkında da epey bilgi vermektedir. Kitap, aşiret ve konargöçer tanımının ne kadar geçersiz olduğunu; coğrafyanın aşiret açısından ne anlama geldiğini ve ne kadar sabit bir unsur olarak görülmesi gerektiğini doğrulamaktadır. Ayrıca Mirdasilerin bölgede bin yıla yakın varlıklarının tarihini aktaracak bilgilerin sunulması da son derece önemlidir. Nusret Aydın kitabının ilk bölümünde bölgenin antik tarihi hakkında da geniş yer vermiş. Elbette Mırdasi ismi bize antik çağ’dan çok şey hatırlatıyor, fakat böylesi bir aşiret tarihi kitabında bu konunun bu kadar yer edinmiş olmasının gerekliliği tartışılabilir. 

Etmi Etmaneki Aşireti Tarihi ve Röportajlar

    Aşiret tarihi açısından sözel hafızanın neyi temsil edip etmediği konusunda, Mehmet Ali Çabuk’un Atmi (Atma, Etmi) aşireti hakkında yazdığı Etmi/Etmaneki Aşiret Tarihi ve Röportajlar adlı çalışması iyi bir örnektir. Atma (Etmi) aşiretinin tarihsel yurdu Baskil ve Malatya arasıdır. Zamanla onlar çevre bölgelere de yayılmışlardır. Kitap iki bölümden oluşuyor. İlk bölüm, Atma aşireti hakkında kısa genel bilgiler veriyor; ikinci bölüm ise, aşiretin farklı bölgelerde yaşayan kırktan fazla ileri gelen üyesiyle yapılmış röportajları kapsıyor. İlk bölüm çok daha geniş tutulabilir, farklı alt kolları, aşiretin geçmişinde iz bırakmış olaylar ve yaşam alanlarındaki yapılanmalar bize daha iyi tanıtılabilirdi. Bu sayede, röportajlarda aktarılan bilgiler konuya yabancı okur için de bir anlam ifade edebilirdi. Ayrıca röportajların çoğunda genel sorularla sınırlı kalınması ve detaya inilmemesi önemli bir eksiktir. Seçilen kırktan fazla kişiden yalnız üçünün kadın olması da bir eksiklik olarak görülmelidir. Oysa kadınlar farklı bir hafızayı temsil ederler ve sözlü tarih çalışmalarında onlara muhakkak başvurulması gerekmektedir. Sözlü tarih her zaman çok iyi bir ön hazırlığı gerektirir ve Atma gibi bir aşiretin tarihini anlamak için de bu şarttır.

    Atma aşireti bölgenin en eski aşiretlerinden birisidir. Osmanlının ilk tahrir yaptığı 16. yüzyılın başlarından itibaren kayda geçmiştir ki bu onların bölgedeki varlıklarının çok daha eskilere gittiğine işaret eder. Batı Fırat bölgesi aşiret tarihçiliği açısından son derece önemli ve ayrıcalıklı bir bölgedir. Burada halen etkili olan Atma dışında İzol, Canbeg, Rişvan ve Kavi gibi aşiretlerin tümü 16. yüzyıldan şimdiye kadar yerlerini korumaktadırlar. Bu ilginçtir, çünkü bölge, Osmanlı devletinin aşiret düzenini dağıtmak için müdahale ettiği, aşiretleri iskâna tabi tuttuğu yerlerin başında gelir. Bu yüzden bölge kökenli birçok Kürt ve Türkmen aşireti İç Anadolu ve Kuzey Suriye’ye göç etmek zorunda kalmıştır. Batı Fırat aşiretlerinin ikinci bir özelliği daha vardır. Yukarıda sıralanan aşiretlerin (Atma, İzol, Canbeg, Rişvan ve Kavi) tümü Alevi ve Sünni inanca mensup alt kollardan oluşur. İki inançlı yapılarıyla bu aşiretler aynı zamanda bölgenin 1500’lerden itibaren dinsel açıdan geçirdiği evrimi yansıtırlar. Bölgenin bir son özelliği ise, aşiretlerin Osmanlı idaresiyle kurdukları ilişki sarmalıdır. Bu aşiretlerin her biri kimi zaman Osmanlı’yla işbirliği içinde, kimi zaman ona karşı isyanda ve kimi zamanda iskân yollarında karşımıza çıkmaktadırlar.

    Tam da bu bölgeden ve bu üç özelliği fazlasıyla temsil eden örnek Rişvan’dır. Rişvan, bir aşiret olmakla birlikte, zamanla kendi çatısı altına birçok aşireti dahil ederek bir aşiret konfederasyonuna dönüşmüştür. Bu dönüşümde Osmanlı idari yapısının önemli rolü olmuştur. Rişvan, 1650 ve 1850 yılları arası bölgede görevlendirilen birçok yöneticinin mensubu olduğu aşirettir. Buna rağmen onlara bağlı alt kollar da dönem dönem isyanlara katılmışlar ve farklı nedenlerden ötürü sürgünlerden paylarını almışlardır. Bu yüzden, Rişvanları İç Anadolu’nun birçok bölgesinde görmemiz mümkündür. Rişvanların yönetici aileleri çok erken bir dönem Sünni inancını benimsemiş olmalarına rağmen, ana kollarını oluşturan gruplarda her zaman Alevi varlığı söz konusudur. Onlar bir konfederasyon olma özelliklerinden dolayı kendi yapılarına Türkmen aşiretleri de dahil etmişlerdir. Bunların bir bölümü zamanla Kürtleşmiştir. Bu Türkmen aşiretlerin bazılarının Alevi olması ve Rişvanlara dahil olarak inançlarını korumuş olmaları da ilgiye değerdir.

    Rişvanların tarihini Faruk Söylemez’in Osmanlı Devletinde Aşiret Yönetimi: Rişvan Aşireti Örneği isimli kitabında okumak mümkün; daha doğrusu resmî olan tarihini. Bir aşiret hakkında Osmanlı kaynaklarında neler bulunur diye merak edenler için bu çalışma çok iyi bir örneği temsil eder. Fakat Rişvanların inançsal ve etnik düzeyde sahip oldukları özelliklerini merak ediyorsanız kitapta fazla bir bilgi bulmanız mümkün değildir. Hatta kitapta Rişvanların etnik kimliğine dair beyan edilen ifadeler, resmî söylemin tekrarından öteye geçmemektedir.

    Aşiret tarihçiliği zahmetli bir alan olmasına rağmen ilgiyi fazlasıyla hak etmektedir. Bu sayede yerel ve bölgesel konular hakkında hiçbir yerde okuyamayacağımız bilgi kaynağına ulaşma şansı yakalayabiliriz. Yakın zaman içerisinde hem bireysel ve hem de Türkiye üniversitelerinde yapılan birçok araştırma bize aşiret tarihine yönelik çalışmaların önümüzdeki dönemler daha da artacağını göstermektedir. Bununla birlikte tarihin yerelden başlayarak nasıl yeniden yazılabileceği örneklerini de göreceğiz. Muhakkak ki bu çaba, coğrafya ve zaman algımızı da değiştirecektir.


Referanslar

Nusret Aydın (2011) Diyarbakır ve Mırdasiler Tarihi: Piran, Gil, Çermog, Pale, İstanbul: Avesta.

Mehmet Ali Çabuk (2017), Etmi/Etmaneki Aşiret Tarihi ve Röportajlar, İstanbul: Ozan Yayıncılık.

Faruk Söylemez (2011), Osmanlı Devletinde Aşiret Yönetimi: Rişvan Aşireti Örneği, İstanbul: Kitabevi.