Bu
muhteşem soru bana ait değildir.
Aslında, ilk Yahudi'nin, ilk Hıristiyan'ın, ya da İlk
Müslüman'ın kim olduğuna dair tartışmaları izlemiş olmama
rağmen, “İlk Alevi Kimdir” sorusu, Nasreddin Eskiocak'ın bu
başlığı taşıyan kitabıyla karşılaşmayana kadar aklıma
gelmemişti. Kitap, Alevi yazarların inanç tarihlerini hangi dönem
veya kişiyle başlattıklarına yönelik bir konuyla
meşgulken dikkatimi çekti. Böylesi
bir sorunun, ilk etapta sandığımdan daha karmaşık bir içeriğe
sahip olduğu sonucuna varmam da çok uzun sürmedi.
Yazarın kendisi de bunun
farkında olacak ki, çalışmasının girişinde hedefinin bir isim
vermenin ötesinde olduğunu belirtmektedir: “Şimdiye kadar hiç
bir kimse Alevilik hakkında gerçeği yazmamıştır.” (s. 10)
Beklenti ve iddia büyük olmasına rağmen, Eskioacak'ın cevap için
91 sayfadan daha fazlasına ihtiyacı yoktur.
Bu ilginç soruyla bizi tanıştıran Nasreddin Eskiocak'ın kendisi
de ayrı bir ilgiyi hak ediyor. O, Antakya (Hatay) bölgesinde
kalabalık bir topluluk olan Nusayri inancına mensuptur.
Geldiği aile, bu inanç topluluğu içinde dinsel bir konuma
sahip. Daha çok Arap Alevileri olarak bilinen Nusayriler,
Türkiye'de Alevi yazımı içinde fazla öne çıkmış bir grup
değildir. Bu garip bir durumdur, çünkü her ne kadar Alevi kavramı
altında bu ülkede farklı altgruplar bulunsa da, Nusayriler
kesinlikle diğerlerinden daha önemsiz değildirler. Tam aksine,
onlar Ali'ye bağlılık hissiyle kendilerini tanımlayan
topluluklar içerisinde en eskilerdendirler.
Nusayriler
isimlerini 11. İmam el Askeri'nin (ö. 873) yakınında bulunmuş
İbn Nusayri'den alırlar. İnancın yapısal bir hal alması 10.
yüzyılda yaşamış el Hasibi (ö. 969) tarafından
gerçekleştirilmiştir. Doktrinleri erken dönem Ghulat akımlarının
belirgin izlerini taşır. Allah, soyut ve tarif edilmesi mümkün
olmayan bir varlık olarak, kendisinden var ettiği kutsal üçlü
aracılığıyla yaratılışı başlatmıştır. Mana, İsim ve Bab
(Kapı) olarak adlandırılan bu üçlüyü, Hz. Ali, Hz. Muhammed
ve Selman-i Farısi temsil etmektedir. İsmaililer'de iki ile ifade
edilen yaratılış anlayışına
Nusayriler Bab'ı katarak, aynı zamanda Selman-i Farısi ve onun
silsilesi olarak kabul gören liderleri İbn Nusayri'yi
anlamlaştırmışlardır. Nusayriler için Hz. Ali, tanrı-insan
yaklaşımının vazgeçilmez ismidir. Yakın zamanda Yaron Friedman
tarafından yazılmış The Nusayri-ʾAlawis: an introduction to
the religion, history, and identity of the leading minority in Syria (Leiden: Brill, 2010) onların tarihi ve inançları
hakkında oldukça bilgilendiricidir.
Nusayri
inancının prensipleri özellikle Anadolu'da sonraları ortaya
çıkacak Alici gruplar açısından da çok önemli olmasına rağmen, şimdiye kadar ikisi arası varolabilecek tarihsel
ilişkiler ve etkileşimler hakkında kapsamlı araştırmaların
yapılmadığını belirtmem gerekiyor. Oysa Nusayriler, erken
Şii-Ghulat dönemi ile sonradan Anadolu'da belirginleşecek Alici
akımlar arasında hem coğrafik hem de inanç açısından önemli
bir konumdadırlar. Bunun için Umm Al-Kitab adlı kaynak
uzantısında yapılan tartışmalara bakmak yeterlidir. Pamiri
İsmailelerince korunan bu kitabın kimi bölümlerinin 8. yüzyılın
ikinci yarısında yazıldığı kabul edilmektedir. Bu kitap, yalnız
Nusayrilik için değil aynı zamanda tüm Alici toplulukların
tarihleri açısından önemlidir; çünkü, Hz. Ali ve onun
çevresinde kutsiyet atıf edilen kişiler hakkında düşüncelerin
ne kadar erken dönemde şekil almaya başladığı konusunda fikir
vermektedir.
Eskiocak'ın
çalışması Nusayriler hakkında bu kısa notları aktarmamı
gerekli kıldı. 'İlk Alevi Kimdir?' gibi birincil bir soruyu
Nusayrilik açısından nasıl ele alacağı haliyle ilginç
olabilirdi. Yazarın buna cevap vermek için seçtiği dayanaklar
dört başlık altında toplanabilir: Hz. Muhammed ve onun Ehl-i Beyt
ile ilgili açıklamaları; Hz. Ali'nin vasıfları ve peygamber ile
arasındaki özel ilişki; Hz. Ali'nin neden peygamberden sonra
halife olması gerektiği; ve son olarak Hz. Ali'yle ilgili hayatın
değişik alanlarına dair öğretici hadisler.
Bu
başlıkların tümü Türkiye'deki Alevilerin tanıdık olduğu
referanslarla işlenmektedir. Maalesef bu referanslar içerisinde
Nusayri doktrinine ait temalar ve göndermelere yer verilmemiştir.
Eskiocak kitabının ana sorusuna cevabını oldukça sade ifade
etmeyi tercih etmiştir: ''Hz. Muhammed hadisi şerifinde şöyle
buyurmuştur: “Ali'yi seven beni sever, beni seven Allah'ı
sever''. Eğer Hz. Muhammed bu sözü gerçekten söylemişse
kendisinin ilk Alevi olması gerekir. Çünkü kendisi Hz. Ali'yi en
çok seven kişidir.” (s. 39)
Sorunun
çözümlenmesi ve verilen cevabın, beklentimin çok dışında ve
oldukça problemli olduğunu belirtmem gerekiyor. Elbette yazar,
verdiği cevabın arkaplanında iki tarihsel kişilik arasındaki
ilişkinin sevginin ötesinde olduğunu; daha
doğrusu, Ali'yi sevmenin aynı zamanda onun faziletleri ve gizemiyle
ilişkili olduğu ve bu bağlamda peygamberin Ehl-i
Beyt'e dair
söylemlerinin hiç de tesadüf olmadığını aktarmaktadır. Sorun
burada değildir; verilen cevap, ister Nusayriler isterse diğer
Alevi grupları açısından değerlendirilsin, önemli bir kabulü
dahil etmemektedir
ve hatta onunla
bir ölçüde sorunlu bir
konuma düşmektedir.
Öncedende
değinildiği gibi, Nusayriler için yaratılış, Allah'ın
kendisini Hz. Ali, Hz. Muhammed ve Selman-i Farısi'dan oluşan
kutsal üçlü ile tezahür etmesiyle devam etmiştir. (Türkiye'deki
diğer Alevi gruplarda bu, her şeyden önce varolan Muhammed-Ali
nuru ile ifade edilir; Selman'ın ismi bu aşamada dahil edilmez.)
Eskioacak'ın verdiği cevap, tam da bu düşünceyle sorunlu bir
haldedir. Nasıl oluyorda, başlangıçta, yani batıni alemde,
varoluşun bütünsel ögeleri olan ve birbirlerini tamamlayan
isimler, “ilk Alevi kimdir” sorusunda çok sıradan bir bağlamda
karşımıza çıkıyorlar?
Bunun
genel olarak batıni grupları ilgilendiren çok önemli bir soru
olduğunu bilmekteyim. Yazar, meselenin genel boyutuna girmeden, en
azından Nusayri prensiplerine göre bu durumun izahını
yapabilirdi. Bu, bizi, yalnzca Nusayri düşünürlerinin geçmişte
bu türden sorulara nasıl yaklaştıklarıyla ilgili
bilgilendirmeyecekti, aynı zamanda yazarın verdiği cevabı daha
rahat anlamamızı da sağlıyacaktı. Bu yapılmadığı için,
okurun peşisıra şu soruyu sorması kaçınılmaz olmaktadır: eğer
Hz. Muhammed ilk Alevi ise, öyleyse, ikinci Alevi kimdir?
Herhalde
buna verilecek cevap için – Eskiocak'ın yaklaşımını esas
alırsak- akla ilk gelen isim Selman-ı Farısi'den başka kimse
olamaz. Çünkü Nusayri üçlemesinin ikinci ismi Selman'dır. Fakat
şimdiden, en az ilk cevap kadar, bunun da sorunlu olduğunu
belirtmeliyim. Buna rağmen, kitabı ilk elime aldığımda, henüz
içeriğine bile bakmamışken, aklıma ilk gelen kişinin Selman-ı
Farısi olduğunu söylemeliyim.
Selman-i
Farısi Anadolu Alevileri açısından oldukça önemli bir yere
sahiptir; çünkü, Alevi pirleri inançları için “yol sürme”
diye adlandırdıkları görevlerinin ilk temsilcisi olarak Selman'ı
görürler. Ona dair herkesin ezbere bildiği bir anlatıları
vardır. Peygamber miraç dönüşü, bir odada bulunan bir grup ile
karşılaşmıştı. Onlara kim olduklarını sorduğunda, “Kırklar”
cevabını almıştı. Bunun üzürine peygamber odada yalnız 39 kiş
gördüğünü söylemişti. Kırkıncı kişi Selman'dı; onun pars
toplamaya gittiği söylendi. Az sonra o da elinde bir üzüm
tanesiyle çıkıp geldi. Peygamber bu üzüm tanesini sıkıp şerbet
yaptı, kırklar onu içti ve ilk semahı o zaman dönüldü. İşte
Selman'ın parsı,
Alevi pirlerinin yılda bir talipleri arasında gezmeleri, sorgu-sual
etmeleri ve onların sofralarına
dua vermelerine örnek teşkil eder.
Eskiocak,
“İlk Alevi Kimdir?” sorusunu Selman ile cevaplamış olsaydı,
bunu kabullenmek çok daha kolay olabilirdi. Bu isim, Anadolu'daki
Aleviler ve Nusayriler için, farklı içeriği de olsa da, önem arz
eder. Fakat ne gariptir ki, kitabın hiç bir yerinde Selman'la
karşılaşmamaktayız. Üstelik bir Nusayri tarafından yazılmış
bir çalışmada bu inanç için böylesi önemli bir kişinin
anılmamış olması oldukça düşündürücüdür.
“İlk
Alevi Kimdir”
sorusuna verilen cevabın problemli yanlarından birisi de Alevi
kelimesiyle ilgilidir. Yazara göre, “Alevi kelimesi sözlük
bakımından bir kişinin Hz. Ali'ye mensup olması demektir.” (s.
10) Haliyle de ilk Alevi kimdirle mesgul olunduğunda, Ali'nin
çevresindeki kişilere bakmak gerekmektedir. Anadolu'da Alici olarak
bilinen grupların kendilerini “Alevi” olarak tanımlamalarının
19. yüzyıldan itibaren olduğu genel kabul görmektedir. Öyleyse,
örneğin, kendilerini “Kızılbaş” olarak adlandıranlar
açısından “İlk Alevi Kimdir” sorusunu sorsak ne tür bir
cevap bizi bekliyor? İlk Kızılbaş, aynı zamanda ilk Alevi midir?
Veya kendileri için “Ewladê
Haq” (Hak'kın
Çocukları) ve inançları için “Raa Haq/Riya
Haq” (Hak-Hakikat
Yolu) diyenler
açısından inancın ilk takipçisi kimdir? İlk Ewlade Haq aynı
zamanda ilk Alevi midir? En azından sonuncular için şunu
söyleyebilirim. Onlar inançlarının, daha doğrusu yürüdükleri
bu inanç yolunun, ilk insandan bu yana olduğunu kabul
etmektedirler. Bu yüzden onlar açısından “İlk Alevi Kimdir?”
sorusuna cevap, Adem'den başka kimse olamaz. Çünkü Adem
yaratılıdğında melek Cebrail ona bu yolun gereklerini açıklamış
ve onunla ahiret kardeşi olmuştu. Herhalde, bu düşüncenin de
Eskioacak'ın cevabından oldukça farklı bir seyir izlediğini izah
etmeme gerek yok.
Melek
Cebrail'i anmışken, şunu da aktarmam gerekiyor. Eskiocak kitabının
son iki sayfasında ilginç bir mevzuyu işler. Peygamber, melek
Cebrail'in Hz. Ali'ye özenli davrandığını farkettiğinde ona
bunun nedenini sorar. Cebrail, cevabında şunu aktarır: Henüz
yaratılmışken, Allah kendisine “Sen kimsin” sorusunu sormuştu.
Cebrail soruyu cevaplandıramadığında, nur aleminden Hz.Ali
belirmiş ve ona ne söylemesi gerektiğini aktararak yardımcı
olmuştu. Cebrail'in Hz. Ali'ye özel davranmasının nedeni budur.
Bunun üzerine peygamber Cebrail'e yaşının kaç olduğunu sorar.
Cebrail'de “Ey Allahın Resulü, bilemem, fakat Arş'tan her 30.000
yılda bir yıldız çıkar, bu yıldızın 30.000 sefer çıktığını
gördüm” der. (s. 91)
Bundan
sonra Eskiocak devam eder ve şu satırlarla kitabını sonlandırır:
“İşte Alevilerin tabi oldukları şahsiyet budur. Ve bu
şahsiyetin adı ile Alevi diye adlandırılmışlardır. Acaba
Cebrail'de mi Alevidir?” (s. 91)
Yazar
tamda ele alması gerektiği meselelere girmişken kitabını
sonlandırması, üstelik bunu pek de olağanüstü bir soruyla
yapmış olması, tam anlamıyla yazık olmuş. Cebrail'in
hikayesinin son derece ilginç ve uzun bir mesele olduğunu
belirtmekle yetineyim.
Nasreddin
Eskioacak'ın değerli kitabını okurken inanç prensipleri hakkında
sistemli tartışma ve yazmanın önemli bir gelenek olduğunu
hatırlamak zorunda kaldım. Çok uzun zaman önce Nusayriler dahil
bu tür gruplar, bu tartışmaları yapma yeteneğine sahiptiler.
Sonra uzun süre bu gelenek aksadı. Şimdi 20. yüzyılın
sonlarında kenarından köşesinden bu geleneğe yeniden tutunurken,
takılıp düşmeden bu yolu yürümek için epey bir zamana ihtiyaç
olduğu görünmektedir.
Referans
Nasreddin
Eskiocak, İlk Alevi Kimdir?, Can Yayınları, 2. basım, İstanbul,
1996.
* Bu
makale Pir Sultan Abdal Dergisinin 64. sayısında
(2017, Haziran)
yayınlanmıştır:
http://www.pirsultan.net/blog/category/yayinlar/pir-sultan-abdal-dergisi/